Başlık 2: Bir Örnek İle Osmanlı Medeniyetine Bakış
600 yıla yakın hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu, Kayı Boyu’nun Anadolu topraklarına gelip önce Kütahya’nın Domaniç ve sonrasında Bilecik’in Söğüt ilçelerine gelip yerleşmeleri sonrasında buradan da sürekli kendilerine istikamet olarak Batıyı seçmeleri ve o yöne doğru fetihler gerçekleştirmeleri ile doğmuştur.
Osmanlı Devleti’nde padişahtan saraydaki bütün erkan çok az istisna ile hep aynı düşünce ile hareket eden insanlardan oluşmaktaydı. Sadece saray ahalisi değil halkın büyük çoğunluğu da aynı incelikte aynı düşünceleri paylaşmakta ve hayatlarını o düstur üzerine inşa etmekteydiler.
Çağ açıp çağ kapatan ve tarihe damgasını vuran Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in övgüsüne mazhar olan İstanbul’u fethederek fatih unvanını alan Sultan II. Mehmet, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne’de bulunduğu sırada tebdili kıyafet ile şehirde de dolaşmaya başlar. Çarşıya giderek çarşıdaki bir esnafın dükkanından alışveriş yapmak ister. Girdiği dükkânda, dükkân sahibinden yağ ve şeker ister. Dükkân sahibi istediği yağı getirir kendisine verir. Daha sonra da beyim şekeri de komşumdan alın der. “Niye ki, şeker mi bitti diye sorar” Sultan II. Mehmet. Dükkân sahibi: “ben siftah yaptım, komşum ise henüz siftah etmedi. O da siftah etsin beyim” der. Sultan II. Mehmet peki der. Komşu dükkâna girer. Orada ve diğer girdiği dükkanlarda benzer şeyleri işitir. Tebdili kıyafet, bütün çarşı pazarı dolaşan Sultan II. Mehmet’in bu davranışlar çok hoşuna gider. Saraya geri döndüğünde şükür secdesine kapanarak, Allah’ım sana şükürler olsun, bana böylesine birbirini düşünen insanların olduğu bir millet nasip ettin. Böyle bir millet yanımızda ve arkamızda olduğu sürece biz, değil İstanbul’u fethetmek bütün dünyayı alırız der. İşte Osmanlı halkı bu ruhta idi. Yöneticiler de bu ruhu mayalayan adil insanlardı.
Yine Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşanan bir başka olay da ibretlik ve müthiş ders çıkartılacak bir olaydır. Bir adam zekatını vermek için günlerce dolaşır fakat zekat verecek kimse bulamaz. Bunun üzerine zekat miktarı parayı bir kese içine koyarak o keseyi de bir ağacın dalına asar. Üzerine de bu benim zekatımdır. İhtiyacı olan lütfen bunu alsın diyerek bir not düşer. Aradan üç ay geçer o keseye dokunan hiç kimse olmaz. Üç ay boyunca içinde para dolu kese ağaçta asılı olarak kalmıştır. Yani zekât verecek insanların bulunamadığı yada zekata ihtiyacın kalmadığı bir dönemden bahsediliyor.
Osmanlı medeniyeti işte bu idi. İhtiyaç sahibi kimse çıkmadığı gibi, ihtiyacı olmayan bir başkası da o paraya elini sürmüyor. Bugün olsa o para bir saniye bırakıldığı yerde durmazdı. Osmanlıyı Osmanlı yapan, Viyana kapılarına kadar dayandıran ruh, bu ruhtu. Yine Osmanlı’nın bir başka medeniyeti de imkânı olan herkesin kurduğu Vakıf medeniyetidir. Sadece sarayda veya devlette görevli olanlar değil imkân sahibi herkesin bütün canlıları düşünerek kurdukları vakıflar vardı. Bugün hala o vakıflara gıpta ile bakıyoruz. Okudukça ve bir yenisini öğrendikçe hayretler içerisinde kalıyoruz. Hakikaten bu da yapılmış mı diyoruz. Kuşlar için kurulan vakıflardan tutun da evlenmeye maddi imkân bulamayanların evlilik ihtiyaçlarını karşılayan, hastaları ücretsiz tedavi eden Bezm-i Alem Vakıf Gureba hastaneleri gibi birçok vakıf eserleri bırakılmıştır. Sayısını bile bilemediğimiz kadar çok vakıflar kurulmuş. Her konuda ince naif düşünülmüş. İşte bu hassas düşünce, naiflik ve âli cenaplık Osmanlıyı yüceltmiş, uyguladıkları adalet ile de dünyanın dört bir tarafında nam salmışlardır. Adalet timsali hayatları sonucunda Bizans topraklarında yaşayan ahali Bizans kardinalini görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğleriz demişlerdir. Ne zaman bu ruh hali terk edilmeye başlanmışsa geriye doğru gelmeye başlamışız. Osmanlı’ya bu ruhu veren ahi ruhu, horasan erenlerinin ruhudur. Bugün bizler de aslında bu ruhtan fersah fersah uzaklaşmışız. Vahşi kapitalizm iliklerimize kadar işlemiş. O nedenle kendimizden başka kimseyi düşünemez olduk.
Yeniden dünya literatüründe söz sahibi olmak istiyorsak, geçmişten ders alarak yeni şeyler üretmeliyiz. Yeni bir medeniyet inşa etmeliyiz. Ama önce bu medeniyeti inşa edebilmek için birbirimizi sevmemiz, saygı duymamız, birbirimizin fikir ve düşüncelerini kabul etmesek bile olgunlukla karşılamalıyız.